Edebiyat ve felsefe arasındaki ilişkiyi açıklayın.

Edebiyat; duygu ve düşüncelerin estetik haz uyandıracak bir şeklide ifade edilmesi sanatıyken felsefe düşünce sanatıdır. Her edebi eser, yazarın bir düşünce eylemi sonucunda ortaya çıkar. Yani yazar edebi eserlerini doğrudan ya da dolaylı bir şekilde belli bir düşüncenin temelinde dayandırır. Eserdeki bir kahramanın da felsefi düşünceleri esere yön verebilir. Tarihte birçok filozof da düşüncelerini dile getirirken edebiyatın halk üzerindeki etkileyici üslubundan yararlanmıştır. Görüldüğü gibi edebiyat ve felsefe arasında karşılıklı bir etkileşim vardır.

Edebiyat ve psikoloji arasındaki ilişkiyi açıklayın.
Psikoloji, insan ve hayvan davranışlarını inceleyen bir bilim dalıdır. Bu nedenle edebiyat ve psikoloji birbirine çok yakın iki alandır. Çünkü edebi eserlerde insan ruh dünyası açısından ele alınır. Öyle ki edebi eserlerde ‘ruhsal portre’ denen bir terim vardır. Ruhsal portre kişinin iç dünyasının, alışkanlıklarının, duygularının, fikirlerinin, zayıf taraflarının vs. anlatılması ve tasvir edilmesidir. Bu noktada psikoloji biliminden yararlanmamamız imkânsızdır. Örneğin; ünlü yazar Dostyoveski, Suç ve Ceza adlı romanında ana kahramanı Raskolnikov’un suça meyilli, hırslı kişiliğini ve vicdan muhasebelerini oldukça başarılı bir şekilde aktarmıştır. Eserlerde kahramanların olaylar karşısındaki tepkileri de ruhsal çözümlemeler ile okura aktarılır. Bu noktada edebiyat ve psikoloji birbirinden bağımsız düşünülemeyecek iki alandır.

 Dilin tarihi süreçler içerisindeki değişimini etkileyen faktörler nelerdir? Açıklayınız. (ÖNEMLİ)
• Din: Din unsuru tarih boyunca dilin değişimi üzerinde oldukça etkili olmuştur. Bu etki hem dilin kelime hazinesi hem de yapısı üzerinde kendini göstermiştir. Tarihsel süreç boyunca farklı dinlerin kabulü ile birlikte Türk dili büyük ölçüde değişime uğramıştır. Örneğin Göktürkler doğal, yalın ve arı bil kullanmıştır. Göktürkçe, bugünkü Türkçe ile benzerlik göstermektedir. Uygurların Maniheizm ve Budizm’i kabul etmesiyle yeni bir yazı dili gelişmiştir. Dini kavramlar nedeniyle Soğdca, Sanskritçe, Çince kökenli kelimeler Türkçeye girmiştir. Yine de Türkçenin söz dizimi ve yapısı korunmuştur. Karahanlılar ile birlikte İslâmiyet’in benimsenmesiyle yazı dili olarak Arap alfabesi kullanılmaya başlandı. Nitekim Arap alfabesi Türklerin en uzun süre kullandığı alfabedir. Türkçeye yoğun bir şekilde Arapça ve Farsça sözcükler girdi. Her ne kadar Latin alfabesi kabul edilip yabancı sözcüklerin yerini Türkçe karşılıkları alsa da günümüzde kullandığımız çoğu sözcük Arapça kökenlidir.

• Kültürel farklılık: Farklı kültürlerin birbiriyle temas etmesi, kelime alışverişine ve bu sebeple dilde değişime neden olur. Ticaret, savaş, göç, fetihler vb. durumlar farklı dil topluluklarını bir araya getirir. Bu etkileşimle birlikte ister istemez kelimeler, deyimler, söylem biçimleri dilden dile geçer. Yine her toplumun yaşam tarzı, gelenek ve görenekleri farklıdır ve bu durumun da dil üzerinde etkisi vardır. Örneğin göçebe toplumlarda at, oba gibi kelimeler yaygınken tarım toplumlarında ekin, ambar gibi kelimler öne çıkar. Yaşam tarzı değiştikçe yeni kavramlar, yeni kelimeler eklenir. Farklı kültürlerin edebiyat, şiir ve sanat anlayışları dilin ifade zenginliğini arttırır. 

• Coğrafya: Bir toplumun yaşadığı yer, komşuları, doğa koşulları ve göç hareketleri gibi coğrafi faktörler hem dilin yapısını hem de söz varlığını etkiler. Yaşanılan yerin doğası dile giren sözcükleri belirler. Doğal çevre, duygu ve düşüncelerin ifade biçimini de etkiler. Göçler dillerin başka dillerle temas kurmasına yol açar bu da kelime alışverişine neden olur. Göç eden toplumlar yerleştikleri coğrafyalarda yerel dillerin etkisiyle dilde değişim yaşarlar. Coğrafya; yerel bitki, hayvan ve iklimle ilgili sözcüklerin doğmasına yol açar. Aynı kelimenin farklı coğrafyalarda farklı anlamlara gelmesi de coğrafi etkileşimin sonucudur.

• Teknoloji: Teknoloji, insan yaşamını köklü biçimde değiştirdiği gibi dili de derinden etkilemiştir. Her yeni icat beraberinde tanımlanması gereken yeni kavramlar getirmiş, bu da dile yeni sözcüklerin eklenmesine yol açmıştır. Sanayi Devrimi’nden günümüze kadar birçok teknik terim farklı dillerden gelerek günlük dile yerleşmiştir. Özellikle dijital çağda iletişim hızının artmasıyla birlikte dil daha sade, kısa ve simgesel bir yapıya bürünmüştür. Kısaltmalar, görsel ifadeler yazılı dilin doğasını değiştirmiştir. Aslında teknoloji geliştikçe dil dönüşürken yabancı etkilerle de karşı karşıya kalmaktadır.

• Çeviriler: Çeviri, tarih boyunca diller arasında bir köprü olmuş; sadece kelimeleri değil, düşünce biçimlerini ve kültürel değerleri de taşımıştır. Kutsal metinlerin, bilimsel eserlerin ve edebi yapıtların farklı dillere çevrilmesi yeni kavramların ve anlatım biçimlerinin dillerde yer edinmesini sağlamıştır. Özellikle İslamiyet’in kabulünden sonra Arapça ve Farsçadan yapılan çeviriler Türkçeye zengin bir kelime hazinesi kazandırmıştır. Benzer şekilde Batı’ya yönelişle birlikte Fransızca ve İngilizce metinlerin çevrilmesi, modern terimlerin ve düşünce yapılarının, metin türlerinin Türkçeye aktarılmasını sağlamıştır. Ancak bu süreçte bazı yapay ya da uyumsuz çeviri kalıpları dilde ifade bozukluklarına ve anlam kaymalarına yol açmıştır. Çeviri, dili zenginleştirirken aynı zamanda onun doğallığını koruma sorumluluğunu da beraberinde getirmiştir.

Türkçenin önemli sözlükleri nelerdir?
Divan-u Lügâti’t Türk(1072-1074): Kaşgarlı Mahmut tarafından yazılmıştır. Türkçenin ilk sözlüğüdür. Aynı zamanda ansiklopedi niteliği de taşır. İçerisinde Türk topluluklarının yaşadığı bölgeleri gösteren ilk Türk haritası da yer almaktadır. Araplara Türkçe öğretmek ve Türkçenin Arapça kadar güçlü bir dil olduğunu ortaya koymak amacıyla yazılan bu eser Türk tarihi açısından oldukça önemlidir.
• Mukaddimetü’l Edep: Divan-ı Lügati’t Türk’ten yaklaşık altmış yıl sonra Harezm bölgesinde Arapça öğretmek amacıyla oluşturulmuş, Arapça kelime ve kısa cümlelerden oluşan pratik bir sözlüktür. Ünlü tefsir ve lügat âlimi Mahmûd bin ‘Ömer ez-Zemahşerî tarafından yazılmıştır.
• Codex Cumanicus (Kodeks Kumanikus): Karadeniz’in kuzeyinde yaşamış olan Kıpçak Türklerine aittir. İtalyanlar ve Almanlar tarafından derlenmiştir. Kuman (Kıpçak) Kitabı, birçok kişi tarafından yazılmış parçaların bir araya getirilmesiyle oluşmuş bir çalışmadır. Günümüzdeki hâlini alması 14. yüzyıl başlarından 14. yüzyıl ortalarına kadar yaklaşık 60 yıl zaman almıştır.

18. yüzyıldan itibaren Türkçeden Türkçeye sözlükler yazılmaya başlamıştır.

  • Ahmed Vefik Paşa’nın Lehce-i Osmani (1876)  adlı sözlüğü ile Şemseddin Sami’nin Kamus-ı Türki (1900) adlı sözlüğü Türk sözlükçülüğünün en önemli ürünlerindendir.

Kamus-ı Türki kendisinden sonra hazırlanan pek çok sözlüğe kaynaklık etmiştir.

 

1960 sonrası hikâyenin özelliklerini yazınız.
İlk hikâye örnekleri Tanzimat Dönemi’nde verilir fakat özellikle Cumhuriyet Dönemi sonrasında hikâye türünde önemli bir gelişim görülür. Öykü alanındaki başarılı eserler 1960 sonrası hikâye geleneğinde de devam etmiştir.
• Hikâye hem teknik hem de konu açısından gelişmiş ve bağımsız bir tür olarak daha çok ilgi görmüştür.
• Bu dönemde eser veren yazar sayısı artmış ve bununla birlikte öykülerde konu ve anlayış olarak çeşitlilik ortaya çıkmıştır.
• Bireyin iç dünyasını esas alanlar; bireylerin iç çatışmalarını konu edinip iç monolog, bilinç akışı gibi teknikler kullanmışlardır.
• Toplumsal gerçekçiler; köyden kente göç, 1960’tan sonra artan işsizliğin bir sonucu olarak Almanya’ya giden işçilerimizin yaşadığı sıkıntılar, kadın sorunları, kapitalist düzenin getirdiği bunalımlar gibi toplumsal sorunları işlemişlerdir.
• Bu dönemde dini-milli duyarlılıkla yazan yazarlarımız da vardır.
• Varoluşçuluk akımından etkilenmişlerdir.
• Yazarlar, modernizm ve postmodernizm akımlarından etkilenmiştir.
• Kahramanlar toplumun her kesiminden seçilmiştir.
• Yazarlar varoluşçuluk akımından etkilenmiştir. Önemli yazarlar; Erdal öz, Bilge Karasu, Necati Cumalı, Ferit Edgü, Selim İleri, Yusuf atılgan…
• 1970’den itibaren de toplumsal ve siyasi konular, kadının toplumdaki yeri vs. işlenmeye devam edilmiştir. Muzaffer İzgü, Adalet Ağaoğlu, Tomris Uyar, Fürüzan, Pınar Kür, Nazlı Eray önemli yazarlarımızdandır.
• 1980- 1990 yıllarında Murathan Mungan, Nazlı Eray, Osman Şahin gibi birçok yazarımız bireylerin sorunlarını hikâyelerinde dile getirmiştir.
• Mustafa Kutlu, Sevinç Çokum, Rasim Özdenören gibi dini ve milli duyarlılıkları yansıtan hikâyeler kaleme almışlardır.

Varoluşçuluk (Egzistansiyalizm) akımının özelliklerini yazınız.
• Alman filozof Martin Heidegger tarafından 20. Yüzyılın başlarında bir felsefi kuram olarak ortaya konmuştur.
• Fransız sanatçı romancı Jean Paul Sartre tarafından II. Dünya Savaşı yıllarında benimsenmiş ve edebiyata uygulanmıştır.
• Var olma özden önce gelir, insan önce dünyaya gelir sonra kendi özünü kendisi meydana getirir. Kendisine yol gösterecek tek kişi yine kendisidir.
• Varoluşçuluğa göre yazar topluma yön vermelidir. Gördüğü sorunlara duyarsız kalmamalıdır. Sorumluluk almamak sanatçılıkla bağdaşmaz.

Modernizm hakkında bilgi veriniz.
• Modernizm; geleneksel olanı reddedip geçmişe karşı çıkan ve şimdiki zamanı yücelten, eskinin yerine yeninin getirilmesi gerektiğini savunan bir düşünce tarzıdır.
• Gerçeğin dış dünyada değil insanın iç dünyasında olduğuna inanır. Bu nedenle bilinçaltına yönelir.
• Eserlerde bilinç akışı, iç monolog gibi teknikler kullanılır.
• Modernist yazarlar alegorik anlatımdan ve çağrışımlardan yararlanarak şiirsel bir dil oluştururlar.
• Yalnızlık, toplumdan kaçış gibi konuları işlerler, bireysellik en sık işlenen temadır.

Postmodernizm hakkında bilgi veriniz.
• Modernizm akımının geliştirilmiş halidir diyebiliriz.
• Konudan çok anlatılış biçimi önemlidir.
• “Anlamı üreten okurdur.” fikrini savunurlar.
• Anlatımda ve hikâye ögelerinde parçalanmışlık ön plandadır.
• Zaman ve mekân belirsizdir.
• Yazar bireyselliği ön plandadır.