
TOPRAĞIN SESİ
Güneş, dağların arkasından ağır ağır yükselirken Karaçay köyü uykusundan yeni uyanıyordu. Tarlalara giden yollar çamur içindeydi ama toprağın kokusu her zamanki gibi umut vericiydi. Bahar gelmişti ve bahar, ekin demekti.
İlyas, sabah ezanı ile birlikte uyanmış, eline çapayı almıştı. Babasından kalma üç dönüm tarlası, evinin hemen arkasındaydı. Küçük bir tarlaydı ama şükür karnını doyuruyordu. Bu sene toprağına buğday ekecekti belki biraz da arpa ancak huzursuzdu. Son haftalarda ağa Salim’in adamları tarlanın çevresinde dolaşıp durmuştu. Her biri bir şeyler ölçüp biçmiş, göz ucuyla İlyas’a bakıp geçmişti. Ağa Salim, Karaçay köyünün yarısını elinde tutan ve köylünün sırtından geçinen bir toprak ağasıydı. Nehir kenarındaki sulu tarlalar, meyve bahçeleri, otlaklar köylünün olmasına rağmen hep onundu. Köyde çoğu kişi hem kendi tarlalarında ağanın emrinde çalışır hem de ürünün yarısını ona verirdi. İlyas bu düzenin dışında kalan ender insanlardandı. Kendi toprağını ekip biçiyor, kimseye boyun eğmiyordu. Sırtında çapasıyla yürürken çevresine daha dikkatli bakmaya başladı. İlyas her adımda toprağın altından bir şeylerin kıpırdadığını hissediyordu sanki. Rüzgâr, nehir kıyısındaki kavakların arasında uğuldarken kulağına tuhaf sesler taşıyor, kalbindeki huzursuzluk büyüyordu. Her sabah yaptığı gibi tarlasının kenarındaki sınır taşlarını kontrol etti. Taşlardan biri yerinden oynatılmıştı. Eliyle taşı düzeltirken arkasından bir ses duydu:
—Boşuna uğraşma İlyas… O taş yarın yine yer değiştirecek.
Döndü. Karşısında ağanın sağ kolu, herkesin Kara Veli dediği iri yarı adam duruyordu. Gözlerindeki tehdidi görebiliyordu.
—Ne istiyorsun Veli, dedi İlyas sesini yükseltmeden.
—Ağa Salim burayı istiyor. Tarlanın altında su kaynağı varmış. Tüm ova senin suyunla sulanacak. Bu kadar şanslı olamazsın. Ağa ”İlyas’ın tarlayı da katalım çiftliğe.” dedi. Ha deyince parayı da verir sana ama dik başlılık edersen işte o vakit bilemem…
İlyas gözlerini yere dikti bir an. Toprağa o nasırlı elleriyle kaç yıl emek vermişti. O taşları babasıyla birlikte koymuşlardı. Bu toprak sadece karın doyurmazdı onur da verirdi insana. Başını kaldırdı, Veli’nin gözlerinin içine baktı:
—Satmam ne suyu ne taşı ne de bir karış toprağı.
Veli güldü, sonra gözleri karardı:
—Sen bilirsin ama bu köyde toprağın sesini sadece ağa duyar…
O gün İlyas tarlasına çapa vurmadı. Evine döndü, anasının yanına oturdu. Anası sessizdi ama gözleri her şeyi anlamıştı. Bir yandan da komşular kapıya uğramaya başladılar. Önce Hasan geldi, sonra Halime Nine. Hepsi aynı şeyleri duyuyordu: Ağa İlyas’ın tarlasını almakta kararlıydı. Arazinin çevresine tel çekileceği söyleniyordu. Ağa köye yeni makineler getirmişti, iş makineleri… Bir tanesi gece tarlanın yakınında çalışırken görülmüştü.
Ertesi sabah İlyas tarlasına gittiğinde gördüğü manzara karşısında donakaldı. Tel çekilmişti ve toprakları artık onun değildi. Ama hiçbir şey orada bitmedi. Çünkü o gün köyde başka bir şey daha oldu. İlyas’ın olayını duyan en az yirmi köylü daha tarlalarına gitmedi. Gençler kahvede değil ağaç altında toplandı. Kadınlar ağıt yerine türküler söyledi. Hepsinin yüreğinde aynı öfke, aynı ezilmişlik vardı. Bütün köylü işi bıraktı başka köylerden işçi de bulunamadı. Ağa Salim’in itibarı sarsılmaya başladı. İlyas artık yalnız değildi. Toprağın sesi artık sadece onun değil bir köyün sesi olmuştu. Köylüler gözünü açtı sonunda herkes bir bir topraklarına kavuştu. Mahkeme kararıyla İlyas’ın topraklarının etrafındaki çitler söküldü. Su kaynağı halkın malı ilan edildi. Ağa geri adım atmak zorunda kaldı ancak gölgesi hâlâ köyün üzerindeydi. Yine de o bahar Karaçay köyü ilk kez gerçekten uyanmıştı. Çünkü artık herkes biliyordu: Toprağın sesi toprağa emek verenindir.